Beşiktaş Televizyonu'nun en önemli isimlerinden biri olan Bülent Ülgen ile tüm bilinmeyenler üzerine çok özel bir sohbet gerçekleştiren usta radyocu Ufuk Kaan Karacan siyah beyazlı taraftarların beğenerek okuyacakları bir ropörtaja imza attı.
UFUK KAAN KARACAN: Evet değerli Radyo Bilyoner dinleyenleri, benim için özel bir yayın olacak. Neden özel olduğunu ise az sonra sohbet sırasında sizlerinde anlayacağını tahmin ediyorum. Spor camiasında yirmi iki yılı devirmiş, önünde hala uzun bir yol olduğuna inandığımız, öyle ümit ettiğimiz, şuan da Beşiktaş kulübünde iletişim departmanında görev yapan ve Beşiktaş televizyonunda da Genel Müdürlük görevini yürüten sayın Bülent ÜLGEN ile beraberiz. Teşekkür ederiz bizi kırmadığınız için.
BÜLENT ÜLGEN: Estağfurullah, ne demek.
UKK: Bülent ağabey hikaye nereden başladı bilmiyorum ama bu biraz da spor basınını ilgilendiren sohbet olsun istiyorum, alttan gelen nesile de örnek olsun istiyoruz. Benim için özel bir yayın çünkü birlikte çok mesai harcadık. Nereden başlayalım?
BÜ: Sondan başlayalım, iki yıldır Beşiktaş kulübünde görev yapıyorum, beraberdik zaten ama sen farklı bir alana geçtin. Hala beraberiz çünkü bizimki gönül ayrılığı değil, iş ayrılığıydı. İki yıldır burada beraberiz arkadaşlarımızla birlikte. Öncesine bakacak olursak; Kanal Türk televizyonunda eski döneminde ki Sergen Yalçın ve Bilgin Gökberk’le seninde içinde olduğun ekipte yaptığımız bir ‘Top Sizde’ programı var. Benim de aslında önceki yirmi senemin çıkışı.
UKK: En yüksek nokta orası mı?
BÜ: Evet orası. Bunu kabul etmek, hakkını yememek lazım. Sen vardın o ekipte, bugün yaptıkların ortada.. Murat Bereket vardı o ekipte, bugün Galatasaray kulübünün iletişiminde çalışıyor, ben Beşiktaş kulübünde görev yapıyorum. Bu ekip iyi bir ekipti. Daha isimsiz bir sürü arkadaşımız hepsi iyi işler yaptılar. Hep birlikte çok güzel bir noktaya gelmişti program. Tabii Bilgin Gökberk ve Sergen Yalçın isimleriyle beraber iyi yoğurulan, Türkiye’de bence şuan olmayan tarzda bir programdı. Şuan bu tarzda bir program yapılmıyor çünkü hem espri , hem mizah vardı, hem dosya vardı, kişilerin üzerine kurulan işler vardı birde konuşulması gereken isimlerin çıkıp konuştuğu bir programdı. Yani Galatasaray şampiyon olmuştu, çıkıp Fatih hoca yayıncı kuruluş dahil ilk önce o programa çıkmıştı, o dönemin başkanı Ünal Aysal o çıkmıştı. Atıyorum Beşiktaş’la ilgili çok kritik bir maç sonrası sayın Fikret Orman hiçbir mikrofona konuşmazken stüdyoya paltosuyla gelmişti.. Önemli isimler ağırladık yani.
BÜ: Alamet-i farikası şuydu; sen nasıl eşinle, dostunla, ailenle, arkadaşlarınla ilgi gördüğün, rencide edilmeyeceğin ve kendini tam anlamıyla güvenli hissettiğin bir yerde vakit geçirmek istersen birey olarak, o insanlarda o programı izliyorlardı, tarzını biliyorlardı, oradaki isimlere güveniyorlardı, hiçbir şekilde rezil edilmeyeceklerini, onur kırıcı hiçbir hareket içerisinde olmayacağını biliyorlardı. O dönemin yükselen yıldızıydı orası ama önce Sergen’in hocalığı tercih etmesi bizden sonra ilk kariyeriydi. Onun da hakkını teslim edelim o bize etmişti; ‘yıllarca televizyon programı yaptım, ilk kez hocalık teklifi geliyor. Burda iki yıl içerisinde öyle allayıp pullayıp ambalaj yaptınız ki, iyi sundunuz ki yaptığınız işlerle, attığınız paslarla…’ Asisti hep Sergen yapardı ama bu sefer biz ona iki sene yaptık. O da sağolsun bunun hesabını gördü. Bilgin ağabey zaten şahsına münhasır, özel bir kişilikti. Zaten gazeteciydi, ters köşe ve iyi bir adamdı. O iyi bir sentezdi yani sana şunu söyleyeyim sorudan soruya atlıyoruz ama normal şartlarda ne düşünürsün bilmem ama Sergen Yalçın ile Bilgin Gökberk bir kahve bile dışarıda içmeyecekken orada iki sezon boyunca beraber program yaptılar. Hepimiz o süreci iyi yönettik. Çok güzel bir iş çıktı ortaya, o örnek bir programdı keşke yıllarca devam etseydi ama kişilerden dolayı zor gözüküyordu. Sergen hocalık yapacaktı, Bilgin ağabeynin ise hayattan başka beklentileri vardı. Kurum da zaten sağolsun daha sonra kışın ortasında yaptığımız iyi işlerin bir mükafatı olarak hayatta hiçbir başarı cezasız kalmaz kuramını işleterek hepimizi kapının önüne koydu. Daha sonra bizim için başka bir hayat başladı. TRT’de Dünya Kupası programı yaptık, Ümit Özat, Gökhan Kubilay ve sevgili Ali Ece ile. Orada zor bir mecrada güzel işler yaptık. Orada da reytingimiz çok yüksekti, çok özel bir iş yapıyorduk. Hatta üç tane Dünya Kupası programı yapılıyordu, finali bize yaptırdılar. Sonra o süreç bittikten sonra sağolsun sayın başkan Fikret Orman bizleri çağırdı, bir görev sundu. Benim için önemli bir görevdi çünkü ben basın kimliğimle tarafsızlığım haricinde bu işi yapan herkes gibi bir renge sevdalıyım, bir takım tutuyorum ve o Beşiktaş. Bunu hiçbir zaman inkar etmedim ve aksini de söylemedim. Çocukluğumdan beri taraftarı olduğum kulübün, yirmi iki-yirmi üç yıllık basın hayatımın taçlandırılmasıydı Beşiktaş Tv’nin Genel Müdürlüğünü yapmak. Buraya geldik, çok güzel işler yaptık. Beşiktaş televizyonu çok iyi bir yere geldi, bir çıta yükselmesi oldu. Şimdi yeni yılda gerek hd görüntüye geçiş süreci ve stada taşınıyor olmamız, stüdyonun devasa boyutlara ulaşacak olması, ulusal kanal hüviyetine dönüşecek olması önümüze yeni yeni hedefler koyuyor. Zaten sen de biliyorsun ki bu işi yapan hangi tarafta olursa olsun radyo, televizyon veya gazete, dergi eğer çıta koymuyorsan ve tamam diyorsan orası senin bitişin oluyor zaten. Yaptığın sürece hedefin olması lazım. Benim adıma yoğun, günde on altı saatlik bir tempom var ve konulan hedeflerin gerçekleştirilmesi gibi sürekli çentik attığım bir listem var. Hedefler bitmiyor, Allah bitirmesin.
UKK: Amin. Zaten yirmi iki yıl diyorsun ağabey, yaşı söyleyelim çünkü duyan insan yaşlı sanacak.
BÜ: 40 oldum. On yedi yaşından beri Şansal Büyüka’nın yanında stajyer olarak başlayan kariyer şimdi buralara geldi. İçinde bulunduğum spor piyasası maalesef birçok tanıdığım insan adın, liyakatın fazla işlemediği bir piyasa olduğu için ben de dahil olmak üzere orta vadede koyduğu hedeflerde değil. Çok daha başka açılımlar olabilirdi ama maalesef son on yıl piyasa içinde küçülmesi, majör kanalların bu işten tamamen çekilmesi, program yapıyorlarsa geç saate atmaları nedeniyle ulusal kanallar bu işten çekildi zaten.
UKK: Bizim mesela Kanal Türk’te yaptığımız programın reytingi yüksekti ve maliyeti ortada. Bir televizyon kanalı için oldukça düşük maliyetler.
BÜ: Karşılığı var bu işin. Ben hiçbir zaman genel müdürlerinin sporun reytingi ve reklam karışılığı yok demesini abesle iştigal bir durum olarak görüyorum. Sen rakamlara benden daha çok hakimsin, Türkiye’deki spor reklam pastası hiç öyle bize spor bitti şeklinde sunulduğu gibi değil, alakası yok. Milyar dolarların konuşulduğu bir piyasada, spor programlarının çeşitliliğinin ve kalitesinin çok daha fazla olması gerekirdi ama maalesef majör kanallar çekildi. Bugün için NTV Spor küçülme yaşadı, A Spor yükselen yıldız, Lig Tv yayıncı kuruluş zaten farklı bir boyutta ve TRT Spor bu işi yürütmeye çalışıyor. Onun haricinde spor programı yapmaya çalışan kanallar var. Şunu çok net söyleyeyim reyting anlamında sosyal medyadaki algıları kadar reyting karşılığı yok ama yanlışlardan dolayı yok. Çok konuşulan işler o gece sosyal medyada rakamları geldiğinde on beşlik, otuz dakikalık reyting ölçümleri geldiğinde çok konuşulan işlerin reyting karşılığının olduğunu düşünmüyorum.
UKK: Şunu hep konuşuyoruz; halk bunu istiyor.. Yani halk düzeyli program istemiyormuş, kavga gürültüyü izlemeye bayılıyormuş gibi, sporun sadece tek bir alanıyla ilgileniyor ve diğer alanları ile ilgilenmiyormuş gibi bir algı var. Dolayısıyla bugün spor programlarında hep kavganın, gürültünün gerek oluşturulan polemiklerin yaygın olduğunu görüyoruz.. Oysa Kanal Türk’te başka bir şey yapılıyordu, temiz sohbet vardı. Sadece muhattabını bulup işin aslını sorma gibi bir durum vardı.
BÜ: Şimdi şöyle yapalım; sen siyaset, politikayı takip edersin, entellektüelsin takip ediyorsun yani biliyorum. Futbolun olmadığı bir yaşam tarzı var mı dünyada? Uganda, Norveç, Kıbrıs, İngiltere, İtalya… Dünyanın en ilgi çeken işi futbol, tartışmasız. Şimdi durum böyle iken, kesinlikle ben bugün bir televizyon patronu olsam, sonucuna bakmaksızın rakamsal ve reklamsal olarak o gökkuşağının içinde program olarak futbola yer veririm. Demiyorum ki spor programı yapalım, gecenin saat on birinde ekstrem, okçuluk, güreş falan konuşamayabiliriz ama futbol programı her kanalda olmalı. Bunun olmayışına bir anlam veremiyorum. Burada son yıllarda ki belki bilemediğimiz telefon trafikleri, baskılar, başka taraflara çekilmesinden, bundan ötürü belki patron sıkıntıya giriyor. Futbol beğenilmeğinde çok çabuk ulaşılabilecek bir mecra, belki onu düşünüyorlar… Buna başka bir açıklama getiremiyorum. Şöyle bir faşizm içinde olmak istemem; her malın bir alıcısı vardır. Türlü iş olmalı. Yani bugün kavga olan, dekor olan, mizahın olduğu programlar eleştiriliyor fakat bunlarda olmalı. Farklı golcüler var,stoperler var, bekler var. Herkes tek tip olabilir mi? Bunun için programlar da tek tip olmamalı. Ama bakıyorsun düzgün işler yok oluyor, diğerleri ilerliyor. O zaman da hayıflanıyorsun.
UKK: Halktan kaynaklandığını düşünenlerden misiniz?
BÜ: Yok değilim. Çünkü ben her malın bir alıcı olduğunu düşünüyorum. Yok muydu? Sokakta yürüyemiyorduk Top Sizde’yi yaparken demek ki vardı. Reyting karşılığıda vardı.
UKK: Çok yüksek vardı. O dönemde rakiplerinin önüne geçiyordu. İzleyici bunu izliyor ne yapalım? İzleyici kavga gürültü istiyor doğru bir mantık değil, o bir çeşit olarak durabilir kenarda ama o daha çok izleniyor manası taşımaz.
BÜ: Bu tartışma programlarının dozajının artmasıyla ilgili hayıflanmasını görüyorum sosyal medyada. O da bana çok reel gelmiyor. Çünkü bu ülkede Kurtlar Vadisi 16. sezonunu yaşıyor. Hep konuşuldu biliyorsun RTÜK kaldırsın, silah var vb ama reytinglerde hep birinci geldi, böyle riyakarlıkta var. Biz çok eleştirdiğimiz şeyleri de izleriz, bunu unutmamak lazım. Hepsi olsun ben faşist olamam, herkes yapsın ama müşteri beğendiğini izlesin.
UKK: Televizyonlar maç yayınlıyorlar. Birinci, ikinci oluyorlar mutlaka ilk yüz içerisinde ciddi bir pay alıyorlar.
BÜ: Spor yayıncılığı ona döndü. Hatta dikkat et maç yayınlayanlar alt lig olsun, kupa olsun dikkat et sonlarını da diğer yavru kanala yada spor kanalı varsa ona aktarıyorlar. Şöyle bir imaj oluştu son yıllarda ‘konuşan kafa istemiyorlar.’ Bu işten sıkıntıya girmemek, denge unsurunu bozmamak adına, ‘ben maçımı yayınladım bitti’ diyor. Kim ne diyor, ne konuşuyor o başka yerde. Hem onu bekleyene ihtiyacını karşılıyor hemde ana kanalında o yayını vermeyerek olası gelebilecek eleştirilerden kendini muhafaza ediyor. Bu aslında bir strateji. Mesela TV 8 patronaj değiştirdikten sonra hepimiz şaşırdık ilk başta haber bülteni olmayacak diye ama oldu işte başardı. Demek ki illa belli şablonlar içerisinde hareket etmeyecekmişsin. Haber bülteni ve spor olmadan sadece enter ettiğin bir kanalda olmalı. Tematik kanal sayısı artmalı ve desteklenmeli. Sen bir şeyi ana ekrandan kaldırıyorsan, parçalara ait mecralar yaratmalısın.
UKK: Az önce konuşan kafaları çok fazla sevmiyoruz dediniz ama diğer taraftan da mesela şuan bir spor radyosundayız. İnsanlar özellikle arabalarında muhtemelen çeşitli iş yerlerinde Radyo Bilyoner’i dinliyorlar, söylediklerine kulak veriyorlar. Spor radyoculuğu inanılmaz bir hal aldı. Eskiden siz radyoculuk yaptınız ama şuan daha çok değişim gösteren, insanların, çok ünlü simaların radyoya transfer olduğu bir dönemden geçiyoruz.
BÜ: Radyo mecraları da çok değişti yirmi iki yirmi üç sene öncesine göre. Çünkü eskiden hatırlarsan sürekli faks, telefon, izleyici bağlantısı vardı. Biz konuşmak isteyen, görüntülenmek isteyen bir ülkeyiz. Herkes bir yerde iki dakika bile olsa fikrini beyan etmek istiyor. İnsanlar konuşmak istiyor ve insanlara konuşma fırsatını kim verirse onlara ilgi gösteriyorlar. Bunu televizyonlarda yapabilmek reyting ve akış açısından mümkün değil. O zaman radyolar yükseliyorlar. Birde mesela yurt dışında en son Napoli maçına gittik. Orada radyoculuğun ne kadar değerli olduğunu görmeni isterdim… Üç tane mixon, gazete ayrı, televizyon reporter ayrı, radyo kayıt ayrı. Ve inan orada hatta dünyanın birçok yerinde deneyim ettim radyocular televizyon ve gazetecilerden daha öncelikli. Bizde tam tersi. Radyo bizde çok olması gereken yerde değil. Bir sürü fikir yapılabilir. Düşün ve yap olay bu kadar. Bu bir okyanus, bir sonu yok. Dinletiler yapılabilir. Bir sürü dergiler var ve orada çok güzel makaleler yazılıyor, sende yazıyorsun. Onlar okunabilir sadece, bir otuz dakika bölüm ayırırsın. Bir sürü ‘genius’ insan var meşhur y ve z kuşaklarında çok güzel kalemler var. No name insanlar var ama acayip analizler yapıyorlar. Bu çocuk acaba bir takımda taktik mi veriyor yada istatistik mi tutuyor diye soruyorsun. Bunlardan yararlanılabilir yani. Radyoların ana kapasitesinin %3’ünü kullandığını düşünüyorum.
UKK: Biraz kulüp televizyonculuğu konuşalım mı? Ben kulüp televizyonlarına karşı bir insanım ama iki farklı kulüp televizyonunda da çalıştım, tabii ki bizim işimizi yapanlar için ciddi bir iş kapısı ama aynı zamanda bir kulüp ben kapatıyorum diye karar alsa diğer kulüpler de sanki peşi sıra gideceklermiş gibi külfet olma durumu ve çok ağır sorumlulukları da var. Zor mu?
BÜ: Çok zor… Çok keyifli ve çok zor. Gülü seven dikenine katlanır, çok dikenli bir gül kulüp televizyonunu idare etmek, çalışmak herhangi bir şekilde bir parçası olmak… Çok profesyonel olman lazım, bi o kadar da çok amatör olman lazım. Heyecanını kaybetmemen lazım, profesyonellik içerinde kendini farklı bir noktaya konumladığın anda yapamazsın. Ama bir diğer taraftan dışarıda çalıştığım dönemde insanlar kaynak için çok sıkıntı çekiyorlar ya, sen o kaynağın ortasında buluyorsun kendini. Kulüp televizyonları tersten baktığın zaman spor kanalları içinde aslında bir risk. Münhasırlık ilkesine göre yayın yapan, kendi işini kendi üreten, servis eden bir yapı ama her şeyin ilk tadını sen yaşıyorsun… Hiçbir gazeteci antrenmana giremezken sen antrenmandasın. Bu çok büyük bir avantaj hele o renge bir gönül verdiysen… Çok fazla içerik üretmek zorundasın çünkü adı üzerinde burası televizyon. spor programı yapmıyorsun, orada iki spor programı için bir hafta uğraşıyorsun fakat burada elli spor programı için bir hafta uğraşıyorsun. Sen o takımın, o camianın tüm yaşayan organizmasıyla ilgili bilgi toplayıp anında iletmek zorundasın, bu çok büyük bir sorumluluk.
UKK: Bir taraftan da haberci Bülen Ülgen yani Top Bizde’de Ünal Aysal’ı, Fatih Terim’i konuk etmiş, Fikret Orman’ı ağırlamış, özel dosyalar, röportajlar açmış, tartışmaların belki öncüsü olmuş haberci refleksleri, heyecanı bir anda daha durgun bir suya girmek gibi… Zorlandınız mı?
BÜ: Artık tabii değil ama ilk altı ay o bocalamayı yaşıyorsunuz. Dışarıda başka, burada başka bir hayat var. Daha sonra buradaki hareketlilik, günün nasıl geçtiğini anlamaman, işlerin sürekli çığ gibi artması derken iş bitmiyor. Bu radyoda anlattığım ilk bölümde ki hikaye gibi; hayal ettiğin kadar varsın, bunun sonu yok. Üretmenin sonu yok. O camiaya ait okuyorsun bir süre sonra, o camianın yüzü oluyorsun zaten o takımı tuttuğun için bu senin için bir sıkıntı olmuyor ama ekibini de ona göre dizayn etmen, motive etmen lazım. Kulüp kanalları olmalı ancak 24 saat örgün yayın mı yoksa Avrupa’daki örnekleri gibi Youtube tv mi, içerik mi? Ondan çok emin değilim. Tarzları değişebilir, daha farklı hedefler koyulabilir ama kulüp televizyonları kapanmalı fikrine karşıyım. Niye kapansın sonuç olarak. Bizden örnek vereyim; Beşiktaş hentbol Türkiye’de en başarılı branş. İddia ediyorum futbol, basketbol diğer tüm branşlar arasında en istikrarlı branş hentbol. Alınmadık kupa kalmamış, bu sene Şampiyonlar Lig’ine çıkış var. Bu haberi ulusal medyada nasıl vereceksin? Yer bulabiliyor mu? Alt yapı programlarımız var, o gençlerin ailelerini motive etmen lazım. Kim yer veriyor alt yapı maçlarına? Bir kamu hizmeti yapıyorsun. Sen kenarda köşede kalmış, kamuoyunda yer almamış, insanların merak ettiği, bırak insanları o branşta oynayan insanların ailelerinin motivasyonları için onlarla, maçlarıyla ilgili içerikler yaparak onlara da değer katıyorsun. Sen aslında kendi cevherini pazarlıyorsun. Sırf bunu için bile bütün kulüp televizyonları var olmalı.
UKK: Yani ilk bölümde söylediğiniz gibi insanlar yelken de isterler ama ona hizmet edecek bir kanal olmalı.
BÜ: Ufuk’çum senin yıldız atletizm takımın bir başarı elde ediyor, minicik kızlar, erkekler, çocuklar, hocaları her yere faks atıyorlar. Hatırlasana bak biz bunu yaptık diye küçük bir kutu geliyor. Sen onlara kulüp olarak iki saat program yapıyorsun, o çocukların gelişimi, psikoloji üzerinde ki artılarını düşünsene. Bunun bir bedeli yok. Kulüp televizyonları kâr ediyor mu mesela? Çok zor… Kanal D, Show, Star,ATV kâr ediyor mu? Bende öyle soruyorum. Kulüp kanalları sadece kâr etsinler diye kurulan yerler değildir. Böyle düşünürsen, başarılı olamazsın. Hedefin para olmamalı. Şimdi stadda yayına başlayacağız, hd yayına geçeceğiz. Artık sıra bize geldi, tüm Beşiktaş kulübü oraya taşınıyor.
UKK: Bülent Ülgen belki şuan bizim bilmediğimiz bir iki isimler, spor dünyasının küçüklüğü nedeniyle biraz dejenere yapısı nedeniyle biraz daha dışarıdan bakıyorlar. Nasıl olucak bu işler? Yani Bülent Ülgen az önce saydığınız tv kanalları içinde alttan yönetmeli, alttan gelen iletişim mezunları Bülent Ülgen’in yönettiği spor programında veya radyosunda görevler almalı. Bizler sporu değiştirip yön verebilmeliyiz ama aynı tas, aynı hamam devam ediyor. Ben mesela 1980 yılında olan haber küpürünü alıyorum, bugüne koyup haber diye bir şekilde satabilirim.
BÜ: Yaptım zaten. Yaptığım bir şeyi yapmak gibi bir hedefim tabii olmalı. Fox’ta spor müdürlüğü yaptım, Kanal Türk’te spor direktörlüğü yaptım, TRT’de program yayıncılığı yaptım burada da genel müdürlük yapıyorum. Tekrar bir gün ulusala döner miyim bilemiyorum. Önümüzü göremiyoruz bu konuda çünkü bence sadece bu senin sorduğun soru bu işle alakalı değil, Türkiye’de bir çok alanda liyakat ne zaman ki devreye girecek, insanların yaptıklarına bakılacak, o zaman sadece ben değil herkes layık olduğu havuzda olacaklar. Bunun için zaman lazım, anlayışın değişmesi lazım. Bu sadece bizim işimizde değil çoğu alanda var.
UKK: Biz peki kendi alanımızı nasıl toparlayacağız? Liyakatı ve bunun kararını verenler kim yani?
BÜ: Jenerasyonlar değişiyor, değişecekler elbette. Bu işler parti parti gider bence zaten bizde ilk yirmi yılın içindeydik. Farklı bir yirmi yıl olacaktır. Birileri mutlaka yaptığımız işlere gereken değeri gösterecektir. Kimi sabredip bekleyecek, kimi sabredip beklemeyecek. Bazen yorulduğumu hissediyorum, burası benim için son durak gibi geliyor, burdan sonra ulusala dönmeyi tekrar düşünemiyorum. Dışarıdan bazı işler yaparım, yorumculuk yaparım, sizin gibi olmasa da radyoculuk yaparım, giderim gazetede köşe verirlerse köşe yazısı yazarım. Parçalı bir hayatım olur yani. Belki daha az yıpratıcı olur çünkü özellikle ulusalda bir yeri idare etmek daha zor. Dengeleri gözetmek zor, liyakat ne kadar iltifata tabii onu ön göremiyorum ama iki mecramızda da yoktu. İyi iş yaptık ama manevi olarak karşılığını alamadık, maddi olarak da alamadık gerçi..
UKK:Burada da bir iş yapıyorsunuz ama dışarısı tarafından mesela Bülent Ülgen’in Beşiktaş televizyonuna getirip kattıkları dışarıda yeterince anlaşıldığını düşünüyor musunuz?
BÜ: Düşünüyorum. Beşiktaş taraftarı çok teveccüh gösteriyor bana.
UKK: Hedef kitle taraftar mıdır yani? Liyakatın kararını veren kitle taraftar mıdır?
BÜ: Yönetim zaten bence karışılığını veriyor. Ulusal medya da bizi, yaptığımız işleri konuşuyor. Benim şahsımı konuşmasının bir anlamı yok. Ekranda yaptığımız işler ve spor piyasasına, Beşiktaşı takip eden kaynak olan gören insanlara yaptıklarımız bence taktir görüyor. Herkes rönesansın ve reformun farkında. Hakkını kimsenin yemeyelim. Niye taraftardır asıl belirleyici unsur? Sen de biliyorsunki gel buradan aşağı doğru yürüyelim, hayatımın en mutlu anları Barbaros’tan Köyiçi’ne yürüyüp oradan stada yürüdüğüm anlar çünkü korkunç bir ilgi var, o ilgi beni çok mutlu ediyor, bütün yorgunluğumu unutturuyor. İnsanlar seni taktir ediyor, yaptığın işi takip ediyorlar, beğeniyorlar, bağırıyorlar... İki hafta önceydi benim ritüelim olduğu için aşağıya doğru yürüyoruz, çarşının içinde bir tur attım oradan da maça yürüyeceğim. Altmış yaşlarında bir amca, oğlu ile yemek yiyordu beni görünce kalktı, elimden tuttu… Ben önce bir irkildim, önce limi öptü sonra ise alnımı öptü; ‘Bülen oğlum, sayın genel müdürüm, çok güzel işler haptın burada be’ dedi, gözleri doldu… Onun işte mesela bir parasal karşılığı yok ve dışarıda alacağın bin tane övgüden daha değerli. Beşiktaş taraftarı, Beşiktaş camiası bizi çok sevdi, bizde onları çok sevdik. Yaptığımız işleri eleştirdiler, yerdiler, tepki gösterdiler ama yaptığımız her şeyin karşılığını fazlasıyla verdiler. Bu iş zaten bir evrilme işi. Sürekli kendini yenileyeceksin. Bence çok güzel bir iş yapıyoruz her şeye rağmen. Bizim yaptığımız iş; üst solunum yolu enfeksiyonu geçiren hastanın antibiyotik alması gibi… Üst solunum yolun geçiyor ama midende bazı yanmalar oluyor. Bizim bu işimizin tatlı tarafı çok, acı tarafı da çok. Yola çıkarken de bunları ön görerek çıkıyorsun. Kimse sana çiçeklerle dolu, dikensiz bir tarla vaat etmiyor.
UKK: Elini taşın altına koyduğunda oldu şimdi bunu söylemekten, imtina etmekten gerek yok çünkü herkesin bildiği şeyler var. Hiç kimse hiçbir şey söylemiyorken, bir anda stüdyoda canlı yayın yapan bir Bülent Ülgen var ve canlı yayında bir ifade kullanıyor ve bütün Türkiye onu konuşabiliyor. Orada aslında bir gazeteci için riskli bir hamle.
BÜ: Ama şunu çok net söyleyebilirim çalıştığım hiçbir yerde kaçak güreşmedim. Kendimi sakınmadım, bir sonra ki adımı düşünerek ben burada bunu yaparsam yarın öbür gün tekrar ulusal medyaya çıktığımda bu Beşiktaşlılık üstüme çok mu yapışır yada söylediğim söylemler çok mu karşıma çıkar bunları hesap kitap yaparak iş yapmadım, bundan sonrada yapmayacağım. Benim tarzım. Bu bana kaybettirebilir, doğru ama manevi anlamda çok şey kazandırır. Anlatacak çok hikayem olur, sallanan sandalyemde dizlerime örtüyü örtmüş, torunlarıma, çocuklarıma güzel hikayeler anlatırım. Evet birilerini rahatsız edebilir ama etmeyecek. Herkes inandığını istediği gibi kendi platformunda söyleyebilmeli.
UKK: Bugüne kadar sizi Galatasaraylı zannediyorlardı. Bu iyi bir şey değil mi? Yani demek ki objektif olabilmişsiniz. Öyle bir zaruret yok aslında söylediğinizden onu anlıyorum da bir yandan da öyle bir şey var. Bugün diğer spor televizyonlarında moderatör modere eden insanlar programlarda tuttukları takımları rahatça söyleyebiliyor. Böyle bir değişim başladı.
BÜ: Kulüp televizyonlarında çalışan personelininin çaycısından genel müdürüne hangi takımı tuttuğu çok merak edilen, speküle edilen ve çokta ağıza sakız olmuş ve neredeyse MİT boyutuna ulaşmış araştırmalara konu olmuştur. Bunlar çok saçmadır. Ancak kulüp kanallarının tepesinde genel müdürlük teveccüh edilen üretimler tarafından öngörülen insaların başka takımı tutmaları çok büyük bir olasılık değil. Bir kere bunu ilk okulda olan çocuklar bile bilirler. Personel içerisinde dalgalanmalar olabilir, hangi takımı tuttuğu eğer çok bayraktarı değilse sorun olmuyor. Buna ben müsaade etmem her şeyden önce. Ama tepedeki insan olarak zaten Fenerbahçeli veya Galatasaraylı olsaydım Beşiktaş Tv’de genel müdürlüğü kabul etmezdim. Yarın öbür gün Fenerbahçe yada Galatasaray bana Beşiktaşta çok işler yaptığımı söyleyip teklifte bulunsalar onlara gitmem, üzerime taşıyamacağım bir forma giymem. Ben Beşiktaşlıyım, bunu hissetmeden yapamam.
UKK: Aslında konuşacak çok şey var ama süre doldu. Ben her şeyden evvel teşekkür edeyim.
BÜ: Beşiktaş bu sene şampiyon olur ben onu çok net söyleyeyim. Bu benim inancım. Şampiyonlar Ligi’nde de gidebileceği en üst noktaya kadar gider ama öncelikli hedef bence ligde şampiyon olmasıdır. Çünkü çok ciddi bir kurumsallık ve takım ivmesi yüksek anlamda yakalamış durumda. Çok iyi bir oyuncu topluluğu ve çok iyi bir hoca var takımın başında, gerçek bir filozof.
UKK: Ben de teşekkür ederken şöyle tamamlayayım veda ederken; Bülent Ülgen benim kariyerimde ayrı bir yeri var. Kendime idol olarak kendisini seçmedim ama hayat beni Bülent Ülgen ile tanıştırdı, çalıştırdı. Senden çok şey öğrendim Bülent Ağabey…
BÜ: Ben de senden çok şey öğrendim, çalıştığım herkesten öyle. Mesela insanlar zannediyorlar ki tepedeki insanlar şeyi çok iyi yaparlar. Halbuki hastanelerin baş hekiminin bir tne branşı vardır, ürolog. Ben Beşiktaş Tv’nin genel müdürüyüm ama yanımda ki her arkadaşımın zamanında sende dahil olmak üzere, herkesin farklı bir meziyeti var. Senin çok iyi bir kalemin, Cihangir’in çok başka bir özelliği vardır, Burak’ın başkadır vs. Zaten Doğan Şentürk’ün bana bir lafı vardır; ‘Ekibini oluştururken, müdürlük verdiğin insanların her biri ayrı bir siyasi görüşe sahip olsunlar ki doğruyu bul. Tek tip bir ekip yaratırsan sende pusulanı kaybeder, karanlıkta kaybolursun ve yaptığın işten bayır gelmez.’ Artık başta olan insanlar yanında olan insanların kendisine itiraz eden insanlardan seçmeli ki hep birlikte doğruyu bulsunlar.
UKK: Nokta koyacağız şimdi ama şöyle tamamlayayım ben; liyakata önem verdiğin, beni belli bir noktaya getirdiğin için teşekkür ederim. Bülent Ülgen’e çok teşekkür ediyoruz değerli dinleyenler. Önümüzde ki hafta görüşmek üzere, hoşçakalın.
BÜ: Dinleyicilere bir uyarı yapmak istiyorum ben. Ufuk Kaan’ın maçlarla ilgili tahminleri ne kadar doğru ise Cihangir’in tahmini o kadar yanlıştır, ona uyup oynamayın. (Gülüyor) Kaynak : l1ucgen.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder